Fatih Karadağ
Bu kız beni kendine daha ne kadar hayran bırakacak, daha ne kadar kör kütük aşık edecek bilmiyorum. Öyle güzel bir amaç için kulüp kurmuş, hem öğrenci yetiştiriyor hem de kadın ve kızlara savunma dersleri veriyordu. Kendilerini sapık zihniyetli mahluklara karşı koruyabilmek için.Kurs ücretini de düşük tutmuş ki birçok insan yararlanabilsin... Hatta iki haftada bir ücretsiz ders veriyormuş.
Tabi ben bunları güzel kardeşimden ve kulübün hemen yukarısında bulunan mahalle bakkalı Sami amcadan öğrendim. Merve sayesinde iyice Konya'ya alışmıştım; insanları hem sevecen, sıcak kanlı hem de komiklerdi, özellikle yaşlı kesim.
Kulübü gören en yakın yer caminin kamelyasıydı. Oraya geçip oturdum, yanımda sürekli yaşlı amcalar gelip gidiyordu. Her vakit camiye gelen bir amcanın dikkatini çekmiş olacak ki, "Oğlum, taa öğleden beri buradasın. Öğle namazına geldim, buradaydın; ikindiye geldim, hala buradasın. Bir derdin mi vardır evladım, evin işin yok mudur, birini mi beklersin?" diye sorunca afallayıp, "Yok amca, evim vardır, çok şükür; birini de aramıyorum. Konya'ya Mardin'den gezmeye geldim, bu camiyi de pek övdüler, bir gelip görmek istedim." dedim.
"İyi de oğlum, sen camiyi merak etmişsin, kamelyada oturuyorsun. Caminin içini merak etmez misin, dışına bakmaya mı geldin?" diyip beni iyice nakavt etti. Derin bir iç çekip, "Sorma be amca, emin ol niyetim kötü değildir, kimseyi rahatsız etmek gibi bir derdim asla olamaz. Biraz daha oturup gideceğim." dedim.
"Peki oğlum, samimiyetine güvendim ama boş duranı Allah da sevmez, kul da. O yüzden harekete geç..
Ve aradan 4 koca yıl geçti...
*
Şimdiki Zaman
Fatih'in dilinden;
"Çok şımarttınız beni, ya alışırsam kalırım başınıza," dedi kahvem. Genişçe gülümsemek geldi bir anda, ahh nerede o günler...
Diye sessizce fısıldadım, tabii o ne dediğimi anlamadı. Esra konuştu, epeydir sessizce duruyordu.
"Oyy kuzum, nerede o günler? Elimden gelse seni yanımdan asla ayırmam ama maalesef şartlar el vermiyor. Tamam hadi, değiştirin konuyu.
Bakın yemekler geliyor..."
Sofra donatıldı, Merve yemeğe başladı. Her hareketini çaktırmadan izlemek çok zor oluyordu; göz göze gelip yakalanmak vardı işin ucunda. Etten ağzına bir parça alıp,
"ımmm nefis valla," diyip beğendiğini belli etti.
"Allah'ım her şeyimi kusursuz olur."
Bir kızın gözümde mükemmeldi; her hareketi, konuşması, gülüşü... Daha çok hayran oluyordum yanımda kaldıkça, kopamam, ayrılamam gibi geliyordu.
Yemeklerimizi yedikten sonra kahve servisi yapıldı.
Sigara paketinden bir dalı hafif çıkarıp ona uzattım; kahveyle iyi gider. Önce şaşırsa da ayıp olmasın, ayıp yatakta olur diyecektim ama lafımı yutup, "yak bakalım, ayıp olmaz..."
"Çok sağ ol," diyip bir dalı aldı, ağzına götürüp canatasına elini attı ama ben önce davranıp kibarca yaktım sigarasını. Kısa bir bakış atıp sigarasını içine çekti, sonra kafasını manzaraya çevirip, "Harbi masallardan fırlamış bu şehir ya, hayran kalmamak imkansız."
"Öyledir memleketim, hem hüzün hem mutluluk var içinde," dedim. Sigarasını iki parmağına alıp, ellerini çenesine koyup kafasını hafif yana yatırıp bana baktı.
"Buraya harbi aşık olunur ," dedi ve gözlerini ayırmadı benden. "Allah'ım sana geliyorum, o nasıl bakıştı, o laf neydi ki, aşık olabilirim mi demekti bu..."
*
Esra laf atıp, "Kızım, hani sen aşka inanmıyordun, ne oldu da fikrin değişti?" diyip güzel manzarayı katletti benim tatlı kardeşim... O da hemen toparlanıp, "Kızım, insana mı aşık olunur?" diyorum, Mardin'e diyorum, hemen laf sokma" diyip gülümsedi. "Hımm, eminim öyledir," diyip iyice üzerine gitti Esra'da.
"Aman canım, bırakın aşkı, biz buradan nereye gideceğiz?" diyip konuyu değiştirdi. "Abi, nereye gidiyoruz?" diyip bana döndü.
"Tabii ki türkü köşküne..."
"Yaşasın abi, harikasın ya! Hadi kuzum, kalk, kulaklarınızın pası bir silinsin." Merve merakla toparlanıp kalktı.
Türkü köşküne geldiğimizde türküler çoktan başlamıştı. Tabii yine Esra'dan Merve'nin en çok türkü sevdiğini duymuştum. Terasa çıkıp, demir kamelyalar sıra sıra dizilmiş, ortasına saz ekibi yerleştirilmişti. Türkü evinin programları kışın; eski tarihi köşkün içinde , yazın ise büyük terasında olurdu.Demir kamelyalardan birine geçip oturduk.
Mekan, çocukluk arkadaşım Samet'e aitti. Samet bizi görünce hemen gelip, "Ooo hoş geldiniz Fatih'im, ne alırsınız, aç mısınız, donatalım mı masayı?" dedi. "Yok Sametim, aç değiliz, gördük o işi, sen bize çay getir."
Esra araya girip, "Yaaa abi, çay mı içeceğiz, yok mu aslan sütü?" diyince hafif gözlerimi büyütüp Esra'ya bakış fırlattım. Merve de bu anı bekliyormuş gibi, "Az keyiflenmeyelim mi yaa, türkü, rakı, sohbet, daha ne olsun?" dedi.
" Siz rakıda mı içiyorsunuz, daha neler duyacağım acaba?" diye sitem ettim. Esra, "Aman abi, her gün içiyormuşuz gibi konuşma, bak kaç yıl oldu, can dostum, ilk kez evime, memleketime geldi, güzel bir anı kalsın, hadi kırma bizi." dedi. "Tamam bakalım ama fazla kaçırmak yok..."
"Aslansın bee canım abim..." Samet'e dönüp, "Aç bir kırkbeşlik Sametim," dedim. "Tamam kardeşim, hemen hazırlatıyorum."
*
Masa donatıldı şişenin kapağını açtım kızların bardaklarıni doldurdum mervede rakıları suyla tamamladı..
Eee anlatın bakalım şimdi nasıl başladı sizin bu güzel dostlugunuz dedim.. Esra anlatmıştı ama sırf merveyi konuşturmak o güzel sesisini dinlemek için ona bakarak konuştum..
*
Merve'nin dilinden..
Anlatın bakalım nasıl başladı dostluğunuz?
Gülümsedim, üniversite 2. sınıftayım, ders bitmişti, ben Emre ile buluşacaktım.
"Emre?" diye araya girdi Fatih.
"Eski sevgilim."
"Eee?" diyip sinirlendi sanki.
Emre'yi aradım, telefonu kapalıydı. Dersim yok demişti sabah konuştuğumuzda, ben de kaldığı bekar evini biliyordum, gidip sürpriz yapmak istedim, yemek hazırlar yeriz, sonra da çıkar dolaşırız diye düşünüyordum.
Neyse işte, eve gittim, kapıyı çaldım. Ev arkadaşı Mehmet kapıyı açtı, yarı çıplak, şaşırdı beni gördüğüne.
"Emre evde mi?" dedim.
"Yok," dedi ama içeriden gülüşme sesleri geliyordu. Bir an sinirlenip Mehmet'i itip hızlıca içeriye girdim. Gördüğüm manzara resmen midemi bulandırdı; bir kız, tam üç erkek, hepsi de çıplak.
Dayanamayıp hızlıca Emre'nin suratına yumruğu geçirdim, dudağı patladı.
O sanki bundan zevk alıyormuş gibi, eliyle dudağını silip, "Sert, acayip seksisin, bize katılsana güzelim," diyince daha fazla dayanamayıp erkekliğine tekme attım. O yerde kıvranırken yere tükürüp arkama bile bakmadan çıktım.
Çıktım çıkmasına ama midemi tutamadım, öksürerek kustum. Kendime gelemedim, yürüdüm ama nereye gittiğime dair hiçbir fikrim yoktu. En son hatırladığım omzuma bir el dokunduğu.
Esra da şok olmuştu beni dinlerken çünkü ona olanları hiç anlatmamıştım.
Utanmıştım belki... Bilmiyorum, anlatamamıştım.
Esra kendini toparlayıp söze girdi: "Sen neden hiç anlatmadın kuzum, bu çokkk..." dedi, devamını getiremedi.
"Kuzum, o zaman anlatmak hiç kolay değildi. Ben o anı hafızamdan silmek istedim, konuşmadım, anlatmadım. Dile dökmeyince hiç yaşanmamış olur diye düşündüm hep."
"Ah benim canım arkadaşım, şimdi anladım aslında ben seni..."
Gülümsedim, alkolün de etkisiyle daha kolay oldu anlatmak.
*
Fatih'e kaydı, gözüm hiç bir şey söyleyemedi. Sanki dokunsam yakacaktı her yeri, öfkeyliydi bakışı ama bana değildi, bunu görebiliyordum. Hafif kendine gelip soy ismine "o piçin" dedi birden.
"Neden sordun ki, ben onun yüzünü bile sildim hafızamdan... Ben nasıl olsa öğrenirim," dedi ve kafasını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldı.
"Hadi, hadi boşverin," diyip kadehimi kaldırdım. "Yeni bir hayata," dedim. "Yeni umutlara," dedi Esra. "Yeni başlangıçlara," dedi Fatih ve gözlerimin içine baktı. Öyle sıcak bakıyordu ki... Bakışımızı Samet'in sesi böldü; elinde saz vardı ve Fatih'e uzattı. "Hadi kardeşim, bu gecenin hatırına al sazı, eline de gönlümüze aksın o güzel sesin."
Fatih kırmadı, Samet'i aldı eline sazı, rahat bir pozisyona geçip sazı ayarlayıp vurdu teline.
*
Söküp atılmıyor, bende mi kusur?
Doğarken kök salmış öze saçların.
Bir kara sevda ki ya büyü ya sır,
Sığmıyor kaleme, söze saçların.
Bir kara sevda ki ya büyü ya sır,
Sığmıyor kaleme, söze saçların.
Örgüde bir başka, düzde bir başka,
Gizlendiği zaman nazda bir başka.
Omuzda bir başka, yüzde bir başka,
Kirpik olmuş inmiş göze saçların.
Omuzda bir başka, yüzde bir başka,
Kirpik olmuş inmiş göze saçların.
İpekten sırmadan tel tel yaratmış,
Telini bir ömre bedel yaratmış.
Sanki vasfı için özel yaratmış,
Dört mevsim bir başka taze saçların.
Sanki vasfı için özel yaratmış,
Dört mevsim bir başka taze saçların.
Ah o saçların, ah o saçların,
Dört mevsim bir başka taze saçların.
Ah o saçların, ah o saçların,
Dört mevsim bir başka taze saçların.
Hiç gözlerini gözlerimden ayırmadan söyledi türküyü, son kez sazın teline vurup yana koydu sazı...
Ne oluyordu kalbime, neden nabzım hızlandı ki? Alt tarafı türkü söyledi, sesi su gibiydi. Evet ama neden titriyorum, ne oluyordu bana?
Esra'nın sesi kendime getirdi beni, abi ağzına sağlık, her zamanki gibi gönlümüze işledi güzel sesin diyip abisinin omzuna yaslandı...
Hafiften başım dönüyor, iyice çakır keyifti kafam. Sarhoş olup bu güzel anları unutmak istemiyordum...
Gidelim mi artık? Kafalarımız bence yeteri kadar güzelleşti...
Fatih gülümsedi... O nasıl gülüş, yarabbim neden güldü ki...
Sesiyle kendime geldim, tamam hadi gidelim artık. Yatın dinlenin, yarınki planlarımız için dinç olmalısınız...
*
Sabah gözlerimi açmakta zorlanıyordum, başım feci ağrıyordu. Zorlanarak kalktım yataktan, banyoya gidip üzerimi soyunup suyun altına soktum kendimi. Soğuk su kendime getirirdi; ancak suyun etkisiyle önce titresem de hemen alıştım. Zaten pek sıcak suyla banyo yapmayı da sevmezdim. İnce bornozu giyip, üzerimi giyinmek için odaya çıktım. Aynanın önündeki küçük not, bir bardak su ve ağrı kesici dikkatimi çekti. "Bunu iç, kendine gelirsin." Kim koymuştu ki bu notu? Odaya gireni duymadım hiç. Herhalde Esra koydu diyip ilacı içtim. Üzerimi giyinip saçlarımı kurutmadan şekil verip açık bıraktım. Saçlarımı kulüp dışında hep açık bırakmayı severdim. Aşağıya inip mutfakta harıl harıl kahvaltı hazırlayan kızlara bakıp, "Günaydın kızlar, zahmet olmazsa bir kahve alabilir miyim? Sade olsun." Dicle hemen atılıp, "Hemen yapıyorum Merve," dedi gülümseyip. "Heh, şöyle ne o hanımım filan..." O da gülümseyip kahve yapmaya koyuldu. Ben de avluya çıkıp sedirlerin olduğu kısma geçip oturdum. Çok geçmeden Dicle kahvemi getirdi. "Herkes uyuyor mu?" dedim. "Yok, uyuyan da vardır ama Meryem hanımım, aşağı inip seslenmeden kimse inmez kahvaltı ya" dedi.
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.