Merve'nin dilinden;
Dicle işinin başına dönünce ben de tek kalmıştım. Etrafta kimse olmayınca hemen sigaramı yaktım. Kahveyle sigara, sabah uyanır uyanmaz en büyük zevkimdi. Kahvesiz kendime gelemiyordum. Tamam, pek iyi bir alışkanlık değildi ama vazgeçemiyordum. Kahvemden bir yudum alıp sokağı izlemeye koyuldum.
"Aç karnına içmesen iyi olmaz mı?"
Konuşana bakmak için döndüğümde Fatih'i gördüm. Üzerinde keten kısa kol yazlık bej rengi bir gömlek, altına ne bol ne dar kesim keten bir pantolon giymişti. Saçlarını hafif dağıtmış, önüne iki üç tel saç bırakmıştı. Bir eli cebinde, bana bakıp konuşuyordu. Acayip yakışıklı olmuş...
Yutkunup hemen ardından söze girdim: "Alışkanlıklardan kolay vazgeçilemez. Ben de sabah uyanıp kahve ve sigaradan vazgeçemiyorum, maalesef," dedim. Elini cebinden çıkarıp geçip karşıma oturdu.
"Öyledir, insan alıştıklarından vazgeçemez ama yine de bir iki lokma bir şey ye, öyle iç. Elinden alan yok ya," diyip göz kırptı.
"Delireceğim, niye her hareketine düşmeye başladım ben bu adamın, yahu..."
Aradan çok geçmeden Esra hoplaya zıplaya merdivenlerden inip yanımıza geldi. O neşeli sesiyle, "Günaydın canlarım, ne yapıyorsunuz?" dedi.
Bana dönüp, "Hah, seni başka türlü bulsam şaşardım." Hafif burun kıvırıp kahvemi bitirdim.
*
"Ee, bugün ne yapıyoruz?" diyip Fatih'e döndüm. O da hemen kolunu geri atıp sırtını mindere yasladı. Ciddi bir tonda, "Bugün çok yorulacaksınız, hazır mısınız?" dedi.
"Ben hazırım." "Ben de hazırım," dedi Esra.
"O zaman kahvaltıyı dışarıda yapacağız, sonrası sürpriz..."
Fatih bize önce güzel bir kahvaltı ısmarladı, daha sonra Tellallar Çarşısı'na, Mardin Müzesi'ne ve Dara Antik Kenti'ne götürdü. Gezerken zamanın nasıl aktığını bile anlamamıştım. Akşama doğru çiftlik evine geçtik.
Çiftlik evi yeşillik bir alanda yer alıyordu. Bahçesinde güzel bir havuz, attan tutun da güvercine kadar birçok hayvan vardı. Fatih, "Akşam yemeğini burada yiyelim, mangal yakacağım," dedi.
"Bu akşam yemekler benden,"
Esra. "Sen yemek yapmayı bilir misin? Abi, şu birkaç gündür senden beklenmedik hareketlerde bulunuyorsun, ne iş?"
"Kızım, bilmez misin? Misafir her zaman değerlidir bizim için. Misafirimizi hoş tutmak için elimizden geleni yapıyoruz."
"Hım, iyi bakalım, bu kibarlığın devamı da gelir inşallah... Hadi bakalım, siz biraz çiftliği gezin, ben de akşam için hazırlıkları başlatayım."
Esra koluma girip, "Haydi gel, sana atları göstereyim," dedi. Ahırda yaklaşık 10 tane at vardı. Hepsinin de ayrı bir adı .."Herkesin kendine ait bir at varmış, seninki hangisi?" diye sordum.
"Benimki şu beyaz, olan adı Kardelen.
"Karagöz, Melike, Şahin adında atlar da vardı. Hadi gel, Seyit Aşır amcanın yanına gidelim."
"Tamam," deyip o tarafa yöneldim. Seyit Aşır amca, kahverengi tüyleri, upuzun kuyruğu ve düzgün taranmış yeleleri olan bir atı tımarlıyordu. At çok hoşuma gitmişti. "Bu atın bir adı var mı?"
"Olmaz mı? Onun adı Kahvem, abimin atı."
Abim bunu 2-3 yıl önce aldı. İlk geldiğinde biraz daha küçüktü. Abim bu atı çok sever, mutlaka haftada bir görmeye gelir. Abimden başkasını da sırtına bindirmez."
"Ne güzelmiş, gerçekten aralarında sıkı bir bağ var."
"Evet, öyle."
*
Hadi gel, diğer hayvanları da göstereyim. Diğer hayvanlara da bakıp biraz yürüdük. O sırada Esra'nın telefonu çaldı, arayan abisiydi. Hadi gelin, sofra hazır olmak üzere, tamam abi geliyoruz deyip kapattı. Biz de çiftlik evine döndük. Konak kadar olmasa da burası da oldukça genişti. Fatih'in yanına bahçeye çıktık, havuz kenarına kurulmuş oldukça geniş bir barbeküsü vardı, tabii başında da Fatih vardı.
Hadi geçin, etler hazır olmak üzere.. Tamam abi, ellerimizi yıkayıp geliyoruz. Sofraya geçtik, Esra salataları servis etti, Fatih de etleri getirip tabaklara dağıttı. Hadi başlayın, soğutmayın. Yemeklerimizi yedik. Ben hiçbir şey yapmadım, en azından çayları ben servis edeyim deyip semaverden çayları doldurdum ve masaya getirdim. Sohbet, muhabbet ve gülüşmeler eşliğinde akşamı tamamladık. Esra, abi çok yorulduk, burada mı kalsak acaba? Hem yarın havuza da gireriz.. öğleden sonra döneriz, nasıl olsa. Fatih de Merve'ye sor, benim için fark etmez.
Benim için de fark etmez dedim, değişiklik olur.
*
Buranın havası gerçekten çok güzel. Tamam, hadi yatalım artık; ben bugün gerçekten çok yoruldum, dedi Esra. Benim pek uykum yok, dedim, biraz daha oturacağım. Fatih, benim de uykum yok; Merve'ye eşlik edeyim, sen yat Esra, dedi. Esra da, "Tamam o zaman ben yatıyorum, size iyi geceler," deyip odaya çıktı. Fatih'le baş başa kaldık.
"Kahve içer misin?" diye sordu. "Olur ama ben yapacağım; her şeyi siz yaptınız, kahve de benden olsun," dedim. "İyi, madem, elinden kahve içelim, önden buyur," deyip eliyle yolu gösterdi. Mutfağa gectik, cezve ve kahve arayışına girdim. Ben malzemeleri ararken önüme cezveyi, fincanı koydu. Kahve ve şekerde beyaz kavanoz da gülümseyip teşekkür ettim. O da tebessüm edip masaya geçip oturdu. Fincanla suyu ölçtüm, kahveyi ekledim. Hafif arkama dönüp "Nasıl içersin?" diye sordum. "Sade olsun," dedi. Cezveyi ocağa koyup karıştırmaya başladım.
*
Kısa bir sessizliğin ardından kulüpte, "İşler nasıl?" diye sordu.
"Güzel gidiyor, yeni projeler var. Belli yaş gruplarını turnuvaya hazırlayacağım ama önce yaz okulu projesi var. Turnuvaya Eylül'de hazırlanmaya başlayacağız."
"Umarım her şey gönlünce olur."
"Teşekkür ederim, inşallah..."
Kahveler hazır olunca Fatih'e dönüp, "Burada mı içelim, bahçeye mi çıkalım?" O da, "Sen nerede istersen orada içelim."
"Bahçeye çıkalım, hava çok güzel, hem sigara da içeriz," deyip burnumu kıvrıştırdım. O da gülümseyip kahveleri eline aldı, "Önden buyur..."
Ağır ağır kahvelerimizi içerken kafamı gökyüzüne kaldırdım.
"Ne kadar çok yıldız var, ne güzel parlıyorlar. Büyük şehirlerde böyle parlak değil gökyüzü..."
*
Şehrin ışıkları yıldızları söndürüyor sanki. Burası dağlık bir bölge, ışık yok, gökyüzü kendini daha çok sergiliyor.
- Evet, haklısın, derken yıldız kaydı.
- Aa, Fatih bak, yıldız kaydı.
- Dilek tut, belki kabul olur.
Gözlerimi kapatıp aşık olup sevilmeyi diledim.
Gözlerimi açınca Fatih ile göz göze geldik.
Hafif öksürüp, kahvemi yudumladım.
O da kahvesinden içip, "Eline sağlık, çok güzel olmuş," dedi.
- Afiyet olsun.
Bir süre daha oradan buradan sohbet ettik. Fatih'le olmak, onunla konuşmak değişik bir huzur veriyordu; sakinlik, dinginlik...
Artık uyuyalım mı? Benim uykum geldi de.
- Tamam, hadi uyuyalım, diyip ayaklandı. Her zamanki gibi önden buyur dedi, ben de öne geçerek odanın yolunu tuttum. Fatih de arkamdan geliyordu. Merdivenleri çıkarken olmayacak bir şey oldu ve arkaya kayıp dengemi kaybettim. Düştüğümü sanıp gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtığımda Fatih'in kucağındaydım. Göz göze geldik, o kadar yakındık ki... İkimiz de donmuş gibiydik.
- İyi misin? diye sorunca kendime geldim.
- İyi, iyiyim, diyip kekeledim.
Ama o da kucağından indirmiyordu; biri görse kesinlikle yanlış anlardı...
Korktuğum başıma geldi.
*
Esra merdivenlerin başında kollarını göğsünde birleştirmiş bize bakıyordu. "Hayırdır?" diyip sinsice sırıttı, hızlıca hareket edip Fatih'in kucağından indim. "Ne hayırdır canım, düşüyordum, Fatih sağ olsun tuttu beni," diyip açıklamaya çalıştım. "Hımm, anladım," diyip o sinsi gülüşünü yine takındı. Daha fazla utanmamak için hızlıca "İyi geceler," diyip kendimi odaya attım. Arkamdan Esra da hemen geldi tabii. Sanki ortada bir şey varmış gibi, "Çabuk anlat, neler oluyor kızım," diyip heyecanlandı. "Ne olacak kızım, ne saçmalıyorsun, bir şey olduğu falan yok, gerçekten düşüyordum, ayağım kaydı, Fatih de tuttu, refleks olarak düşsem daha mı iyiydi, hayret bir şey ya." "Sen abime Fatih abi diyordun, ne ara Fatih oldu onu anlamadım," diyip kıkırdadı. "Kızım, ben damarıma bastığı için abi dedim, yoksa Fatih derim yani, aramızda çok b yaş farkı yok." "He he, kesin ondandır." "Esra, tamam çok uzadı bu muhabbet, lütfen farklı çıkarımlar yapma."
*
"Tamam kuzum, kızma, şaka yapıyorum. Hem senin bana anlatman gereken bir hikayen var, dök bakalım, unutturmaya çalışıyorsun ama yemezler." "Ne alakası var kızım, fırsat olmadı." "Tamam, al sana fırsat, anlat artık, çok merak ediyorum." Derin bir iç çekip, "Aslında kayda değer pek bir şey yok, kısaca karşılıksız bir aşk..." "Biliyorsun, aileler zaten çok yakın, küçüklüğümden beri aşığım ben Özgür'e, başka kimseyi görmedi gözüm, ilk o oldu, bu gidişle sonda o olacak, kimseyi alamadım gönlüme. O beni hep kardeşi gibi gördü." "Aslında sevdiği olduğunu öğrenene kadar hep bir umudum vardı, belki beni görür, sever zannettim." "Kim peki, tanıyor musun?" diyerek sözünü kestim. "Yok, bilmiyorum, abimden laf arasında Özgür' de vurulmuş birine, yakında isteriz kızı ama henüz kim olduğunu söylemedi, paşa dedi."
"Bu nasıl iş kuzum, en yakın arkadaşına niye kim olduğunu söylemez ki insan, durum gerçekten tuhaf yani." "Bilmem, o açıdan hiç düşünmedim, henüz ortaya evlilik lafı da çıkmadı doğrusu." *
"Okulu da bu yüzden mi uzattın?" Başını aşağı yukarı salladı, onu sürekli görmek kalbimi sızlatıyordu. Kendimi belli ederim diye korkuyordum; göz görmeyince gönül katlanırmış derler ya, benimki de o hesap... Nasıl teselli vereceğimi bilemedim, bir söz bulamadım. Sıkıca sarıldım, o da bana sarıldı ve pınarlarını açtı; sessizce ağladık. Geri çekilip yüzünü ellerimin arasına alıp gözyaşları sildim.Yankılarından öpüp üzülme, her kışın bir baharı, her derdin bir dermanı vardır. Biz istesek de istemesek de önümüze sunulan bir kader var; bazen zamana bırakıp izlemek gerekir... Haklısın... Rahatladım, biliyor musun? Anlatmak iyi geldi, iyi ki varsın be Mervem.
Asıl sen iyi ki varsın, bir tanem...
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.