Bir Çift Sarı Çarık
READING AGE 16+
Beni sevme ihtimalinin olduğunu dolaylı yoldan söylemeye çalışınca, elim ayağım birbirine dolaştı. Bunu sindirmek için odadan çıkıp, yüzüme su çarpmaktı niyetim; “sen üstünü değiştir” diyerek kapıya yöneldim.
“Aycan” dedi. Adım dilinde en güzel melodiydi. Adımı güzel seslenirdi Kağan. Hani ben alışmışım ya köyün içinde şiveye yatkın seslerden duymaya. Onun seslenişi kulağıma tek kelimelik şarkı dizeleri olurdu.
“Baksana bana” diyerek durdurdu beni. Kıyafetlerden dolayı bir isteği var sanarak döndüm yüzümü.
“Yaklaş biraz” dedi. Onu da yaptım. İki adımda yanına vardım. “Buyur” demişim yüzüne bakarken. Sanki babama der gibi. Yarım ağız güldü. O gülünce ben kafayı kıyafete takmışım ya. Kot pantolonu ıslak halde gözüm ister istemez oraya takılıyor.
“Hadi söyle ne söyleyeceksen. Bak vallahi hasta olacaksın böyle” dedim. Demez olaydım.
Sözümü bitirmeme fırsat bırakmadı. Bir çırpıda üstündeki kısa kolluyu eteğinden tuttuğu gibi başından çıkarıp bir kenara attı. Altında siyah atleti vardı onu da aynı hızla çıkardı. Salak gibi karşısında bakakalmıştım. Sıra kot pantolonunun düğmesine geldi. Bir çığlık atmışım karşısında sormayın. İki elimi de gözlerime kapatarak arkamı döndüm.
“Allah devesi! Ne yapıyorsun?” dedim. O gün ilk hakaretimi de böylelikle etmiş bulundum.
Sesi odanın içini döverek kahkahalar atmıştı. Ama nasıl gülüyor. Gülerken kolumdan asılıp yönümü kendine çevirdi. Ellerimi yüzümden çekip “ne dedin sen! Bir daha söyle bakalım” diyordu.
Gözlerimi sıkıca kapatmıştım ama burnum çıplak göğsüne çarpmıştı.
“Bırak beni de üstünü giyin Kağan” dedim. Gülüyordu Kağan. İçten gülüşünün sesi kulağımın dibinde şenlik veriyordu.
Bir keresinde şöyle demişti. “Sen adımı böyle seslenince adım kulağıma çok hoş geliyor.”
Ama ilk zamanlar bunu yeni fark ediyordu. Gözüm kapalıydı ama iç çekerek soluk alınca gözümün birini yarım yamalak açıp arasından bakmıştım. Heyecanlanmış gibiydi sanki. Bir de vücut ısısı yükselmişti. Bunu burnuma çarpan ılık kokusundan bile anlayabiliyordum. Çenemden tutup başımı yukarı kaldırdı. Baktığımı anlamasın diye tekrar kapattım gözlerimi.
“Gözlerini açsana Aycan!” dedi.
“Açamam. Çıplaksın” dedim.
“Çıplak yüzümü defalarca gördün ya” dedi. Açıverdim hemen. Dediği gibi sadece gözlerini görüyordum.
“Ne diye soyunu verdin yanımda” diye sordum.
“Vallahi çok ısrar edince kıramadım seni” derken kıkırdadı.
“Ben ıslaksın diye dedim. Gel önümde çıplan mı dedim sanki” dedim. Geri çekilmeye yeltendim. Bu kez iki eliyle ellerimi göğsüne hapsetti. Ben onun çıplak tenine hatta kalbinin olduğu o yere dokununca elektrik çarpmış gibi olmuştum. Bir de tıpkı benim gibi atıyordu kalbi onu hissetmiştim.
Onunla o haldeyken sanki dün akşam hastalıktan kırılan kız yoktu karşısında. Dertlerimi unutturması için bir bakışı, bir sözü yetmişti. Bu adam bana nasıl bir büyü yapıyor diye içimden geçirsem de karşısında doğru yaptığına inanarak tepki vermiyordum. Bilgisizdim, cahildim ve ölesiye etkileniyordum. Velev ki bu kadar yakınken asla tepki veremiyordum. Karşısında bütün duygu ve düşüncelerimi anında kaybediyordum. Tek yapabildiğim çekilmek oluyordu. Çekilmek derken, ona doğru.
Aslında bunu da biliyordum. Kağan belime görünmez bir halat bağlamış, günahlara doğru sürüklüyordu. Bunun bilincindeydim ama şöyle düşünüyordum. Sanıyordum ki aynı yolda yürümek isteyen herkes bizim gibi davranıyordu.
Sizi temin ederim; aynı yolda yürümek isteyen iki yaren nasıl davranıyor yahut nasıl davranması gerekir diye örnek alacağım, dinleyeceğim kimse yoktu etrafımda. Herhangi birine Kağan ile olan münasebetimi anlatabilseydim eğer az buçuk ne yapmam gerektiğini de bilebilirdim. Belki bana yaklaşımımın yanlış olduğunu söylerdi. Y ada herkes böyle yapmıyor diyebilirdi. Sevgililer ancak böyle davranabilir de diyebilirdi. Ne bileyim işte yanlışlarımın bahanesini başka birilerine yüklemek huy olmuş bende.
Bunu şundan dolayı yapıyorum. Masumane duygularım en iyi ben biliyordum çünkü. Onu aklamak için birilerinden de duymaya ihtiyacım vardı.
Ancak köy işleri yaparken rastlaştığımız kadınlardan iş pişirmek gibi şeyler duyuyordum. Onu da kendi kafamda yorumlarken asla ne olduğunu ayırt edemiyordum. İşte o an Kağan ile yakınlaşmamızın boyutu gözümde iş pişiriyoruz deyimini açıklar niyetindeydi. Neden bunu düşünüyordum. Çünkü ailemden hiç kimse başımızda olmadığından biz el ele diz dize iş pişiriyorduk. Meğer ne cahilmişim. Biz o gün sadece diz dize oturmadık. Pişirmeyi bırakın yakıp kavurduk her bir şeyi.
Ben bunları kafamda tartarken o; dudaklarını yalayıp, kulağıma doğru fısıldayarak şunları söyledi.
“Çok güzelsin be Aycan! Sanki keşfedilmeyen berrak bir göl gibi" demişti.
Ben ondan bana dair iki çift söz duymak için bunca zahmetlere girmişken siz söyleyin. Böyle söyleyince kim etkisi altına girmezdi ki. Hem de Kağan gibi birinden. O benim gözümde, bir yaz gecesinin en ulaşılmaz en parlak yıldızıydı. Az aklım ermeye başlayınca o yıldız gözlerimin önünde kaydı.
Unfold
Boğazım düğüm düğüm. Son sözlerimi nasıl dile getireceğim kaygısında, oturduğum yatakta tir tir titriyorum. Aynaya bakamıyorum ki ne haldeyim sizlere dile getirebileyim.
Evet efendim! Geldik mi iş güç bilip, yaptığı yenilen,diktiği giyilen fakat hâl bilmeyen hallerden anlamayan bir köylü kızı Aycan'ın hikayesinin sonuna. Geldik ha!. Yıllar……
Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.
If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.
Waiting for the first comment……