"Bu ıssız yerde seni alıp götürseler kimsenin ruhu duymaz Beyza!" dedim kendi kendime.
Orman yoluna girdiğimde Nazlı’nın attığı konuma tekrar baktım. Bu manyak adam da evi Ağrı dağına falan mı yapmıştı böyle yere ev mi yapılırdı? Ürkütücüydü. Keşke biraz daha erken saatlerde yola çıksaydım. Ben karanlıktan korkan bir kızdım ve aptal gibi gece çökünce yola çıkmıştım. Aferin bana. Gerçi canım ailem ben de akıl mı bırakıyordu sanki!
Soldan sapağa giriş yapacakken aniden diğer yoldan birinin de aynı yola çıkmasıyla hazırlıksız yakalandım ve arabaya çarptım.
Çok sert çarpmamıştım ancak yine de hayrı sayılırdı. Kafamı direksiyona vururken acıyla inledim ve kendime gelmek için biraz bekledim. Yağmur deli gibi yağıyordu ve arabayı göremiyordum bile. Çarptığım arabanın kapısının açılıp kapandığını işittim ve bende toparlayıp kapımı açarak hemen dışarı çıktım. Zaten biraz ıslanmıştım şimdi tamamen ıslanacaktım.
Harika. Her şey çok yolunda gidiyor harika!
“Kardeşim kör müsün yol benim.” Diyen sert bir ses duydum ancak beni gördükten sonra sustu.
Arabadan tamamen çıkıp çatık kaşlarımla şakır şakır yağan yağmurun altında kiminle muhatap olduğuma baktım.
Bir an boğazım düğümlendi.
Hayır, bu kadar olamazdı.
Onca insan arasından bu izbe yerde onunla çarpışmış olamazdım.
Karşımda ki adamı unutmam mümkün değildi.
Çünkü karşımda ki adam, bekaretimi verdiğim adamın ta kendisiydi. Düğüm düğüm olan boğazımla şaşkın şaşkın yüzüne baktım.
O ise benim aksime ifadesizdi.
Simsiyah saçları yağmurdan ıslanmış ve alnına dökülmüştü. Uzun boyu, kehribar rengi gözleri ve dolgun dudaklarıyla hala çok yakışıklıydı. Eskisinden çok daha iri ve kaslı görünüyordu. Üzerinde bir takım elbise vardı.
Bu adam benim ilk aşkımdı ancak beni tanımadığına bakışlarından emin olmuştum.
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.